Aylak Adam
Türk edebiyatında Tanzimat’tan 1950’li yıllara kadar geçen dönemde, aydınlar hemen her romanda toplum için mücadele eden idealist kişiler olarak tasvir edilirdi. Ve sonra tüm aydınlanmış olanlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren yüzlerini toplumun karanlığından kendi iç dünyasına çevirmeye başladı. Üstelik bu içine kapanma hali, gerek gerçek yaşamda gerekse de kurgusal düzlemde, sadece Türk edebiyatında değil; dünyanın her yerinde ve tüm sanat dallarında cereyan etti.
Toplumun bir kısmı karanlıkta yolunu bulmaya alışmışken, aydınlıkta kalanlar ise uğruna çaba harcayacak ne bir toplum ne de hedef bulabildi. İşte Aylak Adam romanı, toplum ve aydın arasında gitgide büyüyen bu uçurumu en net şekilde gözler önüne seren Türk romanlarından biri. Yusuf Atılgan’ın 1959 yılında yayımladığı Aylak Adam, modern insana hala tutmakta olduğu ışık ile günümüzde de en çok konuşulan romanlar arasında yer alıyor.
Hınca Hınç Dolu Bir Zihin, Aidiyetsizlik İçinde Savrulan Boş Bir Ömür…
Türk edebiyatının en güçlü modernist romancılarından olan Yusuf Atılgan, ilk romanı Aylak Adam’la edebi ve sosyolojik olarak üzerinde hala durulması gereken meselelere değiniyor. Yarattığı Bay C. adlı başkahramanla yeni toplumdaki düşünen tüm beyinlerin bir temsilini oluşturan Atılgan, boşvermişlik içinde harcanan bir ömrün hikayesini anlatıyor. Günlerini zihnindeki içsel çatışmalarla geçiren bu isimsiz ana karakter, maddi durumunun da elvermesi sayesinde hayattaki farklı zevkleri deneyimlemenin peşinde koşuyor. Ancak hepsi bir yana, kadınlar dahi ona aradığı aidiyet hissini veremiyor.
Aylak Adam romanını kendi dönemine kadar verilen eserlerden farklı kılan faktörü, tekniğinin yanı sıra nihai sonsuzluğu oluşturuyor. Okurlarına her satırda Bay C.’nin akıbetini merak ettiren eser, aranan cevabı göreli bir biçimde sunmasıyla çok daha özgün bir nitelik kazanıyor. Peki, Bay C. acaba aradığı tatminkarlığa sonunda ulaşabildi mi? Yoksa 1959’dan beri aramızda dolaşıp hayatın anlamını aramaya devam mı ediyor?